25th Hour ( 25. Saat )



Bol bol cafcaflı özel efekt kullanmak ve onların ardına saklanmaktansa, samimi ve içten hikayeler anlatan filmleri bütün filmlerin üstünde tutarım. "Şöyle olsaydı, böyle olsaydı" gibi felsefi arayışlardan yoksun, olanı olduğu gibi anlatırlar çünkü. Bize kalan olanı olduğu gibi kabullenmektir. 25. Saat bu filmlerden bir tanesi. İçerisinde klişe ögeler barındarsa da hikayeyi o kadar içten gözler önüne seriyor ki, karısı öldükten sonra kendini içkiye verip, çocuğuyla olan ilişkisini zedeleyen baba gibi basmakalıp durumlar izleyiciyi rahatsız etmiyor.




Hikayedeki bu samimiyet oyunculukla da birleşince ortaya yemede yanında yat dedirten bir film çıkıyor. Edward Norton, Philip Seymour Hoffman ve Yeşil Yol'daki performansı ile beni kendisine hayran bırakan Barry Pepper, Truva filminde bencil, umursamaz, acımasız ve barbar Agamemnon karakterinin tam tersine acılarını aşırı içki tüketimiyle gidermeye çalışan, ayık olduğu zamanlarda oğluna ne kadar kötü babalık yaptığını hatırlayan ve bu yüzden zihin sancıları çeken, kendine güvensiz ve bu özellikleri ile Ernest Hemingway romanlarından fırlamış gibi duran, damarlarında Kelt kanı dolaşan Brian Cox ve oynadığı karakterin ismi kadar doğal ve bir o kadar da güzel Rosario Dawson o denli doğal oynuyorlar ki bir an için kendinizi olup biten herşeyi gözleyen "Big Brother" gibi hissediyor, aslında herşeyin bir kurgudan ibaret olduğu gerçeğini unutuyorsunuz. Yönetmenimiz Spike Lee "siyahlar basketboldan başka neyi bilir ki" yargısını al aşağı ediyor. 21 Gram'da renkleri kullanışıyla beni bitiren Meksikalı Rodrigo Prieto " Çaylaklar için Ustadan Görüntü Yönetmenliği Dersleri"ne devam ediyor. Nasıl senaryo yazılması gerektiğini, daha da ötesinde kulağa kastırma gelmeyen doğal diyalog yazmayı kendi romanının senaryosunu da yazarak gösteren David Benioff ve elbette kalbe dokunan notalarını kuşanmış bizi canevimizden yakalamak için filme müzikle ikince kez hayat veren Terence Blanchard. Bütün bu isimler belleklere kazınacak bir eser ortaya çıksın diye bir araya getirilmiş sanki. (İlahi müdahale diyebiliriz)












Öncelikle şunu belirtmelyim ki film bende Hz. İsa'nın "son akşam yemeği" çağrışımı yaptı. Filmin ana karakteri Monty uyuşturucu tacirliğinden hapse girecektir. Mal aldığı Rus patronu yani "Nicolai amcası" ona işlettiği kulüpte bir veda partisi tertipler. Asıl maksadı Monty'nin polislere kendisini ihbar edip etmediğini öğrenmektir tabi. Özgür bir adam olarak geçireceği son bir 24 saati kalmıştır ve her ne kadar belli etmemeye çalışsa da hapishanede başına gelebilecekleri (dayak,taciz ve hatta tecavüz) düşündükçe korkudan kendinden geçmektedir ama şov devam etmelidir. Son 24 saatini heba etmeyecektir. İhanete uğrayacağını bildiği halde son akşam yemeğinin tadını kaçırmayan Hz. İsa gibi o da ihanete uğradığını bile bile yaşananları sorgulamadan kabullenecek ve son hazırlıklarını yapacaktır. Filmi izledikten sonra beni en fazla etkileyen şey karakterlerin beyinlerinde çınlayan yanar döner kuşkulara benimde ortak olup yaşanan herşeyi bir bir sorgulamam oldu. İşte sırf bu özelliğiyle film benden doğrudan 10 puan aldı. Sizi kendi içine çeken ve olup bitenin bir parçası olduğunuz düşüncesini size zerk eden bir filmden daha iyi ne olabilir ki? (Deli Yürek dizisini izleyip, Miroğlu paltosuyla mahallede arkadaşlarına racon kesen ya da Matrix serisini izleyip akşam babasına "Ben bu eve ait değilim, aslında sen gerçek değilsin" deyip bir araba sopa yiyen yeni yetmelerden bahsetmiyorum :)

















Son olarak izlemeden önce filmin ismi hakkında biraz kafa yormuştum ve futbolşinas bir insan olarak izlediğim şu 91. dakika, 3. devre gibi isimler taşıyan programlardan yola çıkmış olacağım ki, ilk önce karakterlerin yaşadığı bir olay sonrası başına gelenlerin anlatıldığı ve hepsinin yollarının bir yerde kesişebileceği Alejandro González Iñárritu filmleri tadında bir film izleyeceğimi sanmıştım ama 25. Saat çok daha fazlasıydı. 25. Saat olmayan bir zaman dilimiydi ve hiç olmayacaktı. Nasıl Monty'nin federal polislerden kaçıp, kimsenin bilmediği küçük bir kasabaya yerleştikten sonra evlenip çoluk çocuğa karışabileceği bir dilim olmayacaksa hayatında, zaman çizgisi üstünde de 25. Saat olabilecek bir nokta hiç bir zaman varolmayacaktır.



İzlenmesi gereken önemli bir yapıt. Sinemayı seviyorum, onsuz nefes alamıyorum diyorsanız arşivinizde muhakkak bulunması gereken bir film.

Yorumlar