Kenar Mahalleli (Büyümüş Bir Çocuğun Monoloğu)


Bisikletimin arka tekerinden çıkan tozla boğuyorum yol kenarındaki çocukları. Yokuştan aşağı bin bir kıyamet, kırılgan kemikçiklerim bir hayli dolma tekerlerime emanet uçarcasına iniyorum. Yokuşun aşağısı yaban, mahallem çok uzak. Dizginsiz bir tedirginlik baştan aşağı titretiyor bedenimi. Mahalleye dönmeliyim. Bu kadar heyecan yeter. Yabancı topraklar burası. Şortumdan kısa bacaklarım, sicim gibi bileklerim ve ipe asılı çamaşırın yandan görülen kalınlığı kadar vücudumla, kan ter içinde zar zor ittiriyorum teneke yığınını. Toz dumanımın içinde boğduğum küçük çocuklar merakla izliyorlar. Yokuş bitiyor içe doğru yamulan sol pedalımın hemen yanında uzanan ince metal çubuğa her çarpışında çıkardığı sesle selamlıyorum tekrar mahallemi, kenar mahallemi… Tan!..Tun!..Tan!..Tun!..

Ana yoldan aşağı sağa dönüyorum ve kırmızı beyaz evimizin arka bahçe duvarına dek uzanan ikinci bir küçük yokuştan aşağı salıveriyorum kendimi. Aylardır yığılı duran o pirketlere rağmen bir türlü yükselemeyen duvardan ilk önce kendim iniyorum, sonra yan yatırdığım bisikletimi zar zor aşağı çekiyorum. Zili çalıyorum zira o günlerde bana anahtar güvenilmiyor. Ne de olsa sığınacak bir bahçem var diye rahatlatıyorum kendimi. Rahatlamaya gerek yok ki annem kapıda beliriyor. Nerdeydin yine? Çabuk içeri geç yemeğini ye! Yokuşun aşağısındaki yabandan annemde korkuyor sanki. Yemek enfes! Yoğurtlu pilav ve yeşil soğan.

Evimizle arasında sadece bir inşaat olan arsadan sesler yükseliyor. Özel mahalle ligimizde kıran kırana bir rekabete sahne olacak yeni bir maç başlıyor. Hemen koşuyorum. Belki ağabeyler 5 dakika beni de oynatır. Benimle aynı umudu taşıyan üç beş arkadaşımın yanına oturup, diziyi tamamlıyorum. Maç çok çekişmeli. Ağabeyler bağırıyor çağırıyor babama göre ayıp bize göre sihirli kelimeler söylüyorlar kendi dillerinde. Devre arası oluyor, Sinan abi maç başlarken yanımıza bıraktığı atlete doğru yöneliyor. Yanımıza oturup şöyle bir süzüyor bizi hınzırca. Fatih söyle bakalım sen nasıl doğdun? Fatih bir parça tereddütle: Annemle babam birlikte uyuyunca ben oldum diyor. Lakin aramızdan birisi çıkıp leylek teoremini ateşli bir biçimde dile getiriyor. Sinan abi bir çocuğun nasıl dünyaya geldiğini öyle yalın, öyle açık söylüyor ki, ağabeylerin kutsal dillerine ait o meşum kelime bir kez daha yankılanıyor, donup kalıyoruz. Yazın ıslak saçını tarayıp balkona çıkan, tüm mahalleye Michael Jackson dinleten, ayda yürüdüğünü iddia eden, küçük Emrah’a benzeyen, her daim bize ağabeylik yapan, koruyan kollayan Sinan abi algı dünyamızı yerle bir ediyor. Biten devre arası ile birlikte tekrar baş başa kalıyoruz. Sihirli sözcük üzerine yorumlar yapmaya başlıyoruz. Bir çocuğun doğmasına sebep olan beş yaşında ağızdan öpmek olmasın evcilikte anne olan komşu kızını? Eyvahlar olsun!

Ömer Faruk NARLI

13 Mayıs 07

Yorumlar