'Sosyal' Medya Üzerine

     Türlü davet, istek vs. ile bir şekilde uzun bir süre parçası olduğum ve özellikle de son 3-4 yıldır aktif bir kullanıcı olduğum şu pek 'sosyal' mecralardan tozu dumana katıp bir anda kaçıverdim. 'Aman efendim, ben pek elit bir bireyim. Neymiş bu sosyal medya da? Ne işim olur benim oralarda!' gibi cümlelerle kendimi ört pas etme niyetinde değilim. Her insan gibi benimde zaaflarım var. Zaten amacım bu mecrada aktif olarak yer alan kullanıcıları 'ötekileştirip' kendimi 'elitize' etmek değil. Üstte belirttiğim zaaflar üzerine tasarlanmış bu mecranın araçları ile benim meselem. Bu araçlar (uygulamalar) hayatımıza girdiğinden beridir neler değişti hiç düşündünüz mü? Öncelikli olarak gerçekliğin tanımı değişti. Fotoğraf paylaşımına yönelik tasarlanmış gibi görünen bir uygulama örneğin gerçeği algılama biçimimizi değiştirdi, hatta yeniden tasarladı. Bu uygulama üzerinde oluşturulmuş kişisel sayfaları ve bu sayfaların içeriklerini kişilerin yaşamlarının aynası gibi görmeye başladık. Herkesin çok mutlu olduğunu düşünüyoruz. İnsanların her daim her şeyin en güzelini yediğini, içtiğini, giydiğini, en gözde tatil rotalarını turladıklarını, mükemmel hayatlar yaşadıklarını sanıyoruz. Oysa en az bir kaç filtreden geçirilip, renk doygunluğu, keskinliği değiştirilmiş fotoğrafların, bir insanın hayatının gerçeğini yansıtması imkansızdır. Gülen yüzlere ev sahipliği yapan milyonlarca fotoğraf içerisinde kaç tane ağlayan gözler gördünüz? Terkediliş, hayal kırıkları, endişe ya da umutsuzluk gördünüz mü bu fotoğraflarda? Neden güzel bir manzara yakaladığımızda hiç bir lens ile kıyaslanamayacak kadar keskinliğe, renk paletine sahip gözlerimizle izleyip, o manzaranın bir parçası olamayalım? Neden sevdiğimiz insana sarılırken o anın güzelliğini ve hazzını yaşmak yerine kadrajdaki konumumuzu ayarlamak, çektiğimiz fotoğrafın rengiyle, parlaklığıyla oynayarak zaman kaybedelim? Her şeyden önemlisi neden muhabbet için bir araya geldiğimizde telefonlarımızın ekranları yerine birbirimizin yüzüne bakmayalım? Telefonumuzu evde bıraktığımızda neden bir uzvumuz eksilmiş gibi kendimizi paralayalım? Neden attığımız bir mesaja ya da yaptığımız bir aramaya cevap alamadığımız da bunu kendimize dert edelim? Yazdığımız bir 'aforizmanın', bize ait bir fotoğrafın aldığı beğeni kadar mıdır değerimiz? Ne olur insanlar o anda nerede olduğumuzu, ne yediğimizi, içtiğimizi, kiminle beraber olduğumuzu bilmeseler? Bütün insani ilişkiler silsilesi her geçen gün gerçeklikten biraz daha fazla kopuyor, zedeleniyor ve yok oluyor. Bu tasarlanmış sözüm ona gerçeklik içimizdeki en kötü duyguları yüzeye çıkarıyor. İlişkisi, dostluğu hatta akrabalığı bu mecra üzerinde zedelenen ve hatta son bulan yüzbinlerce belki milyonlarca insan var ve bunlara her gün yenileri eklenmekte.

    Sosyal medya hesaplarımın hepsini (faydalı gördüğüm biri hariç) silip telefonumdaki uygulamalarını kaldıralı bir kaç gün oldu. Kendimi uzun süredir bu kadar rahatlamış hissetmemiştim. Bilmemenin erdemini yaşıyorum. Hayatın bir kıyısında kimseyi yaptıklarımdan, nerede ya da kiminle olduğumdan haberdar etmeden nefesimi içeme çekiyorum. İçerisinde bulunduğum hiç bir anı bozmadan geçip gidiyorum zamanın kıyısından. Eski usul yaşıyorum yani. Hani şu kız arkadaşlarımızı gizli gizli arayıp, sırf bu yüzden eve yüklü faturalar gelmesine neden olduğumuz için babalarımızdan bir araba laf işittiğimiz, arkadaşlarımıza bir gün önceden buluşma yerini ve saatini verip, geciken olduğunda merakla ya da kızarak beklediğimiz, 36lık pozları fotoğrafçıya bırakıp, çıkan fotoğrafları 2-3 gün sonra aldığımız, her iletişim aracının kablolu olduğu, internetin 'film hilesi' olduğunu sandığımız, biletimizi acentelerden ya da gişelerden aldığımız, filmleri vhs ya da beta video kasetlerden izlediğimiz, karışık kaset doldurttuğumuz  günlerdekine benzer bir biçimde.  

Yorumlar